Amerikan Rüyası
Yıl 1986. Dünya iki ütopya halinde o zamanlar; hem siyasi hem de basketbol olarak. Siyasal olarak ABD-Sovyetler, basketbol olarak ABD-Avrupa. Takdir edersiniz ki şu an bizleri ilgilendiren tek kısım basketbol. O senelerde iki galaksi arası yolculuk büyük bir tabu. Amerikanların, Avrupa'nın kendi seviyelerine çıkamadığı görüşü nedeniyle Eski Kıta topraklarında yetişen filizlere kapısı kapalı. Yeni Kıta'da tutunamayıp şansını Avrupa'da denemek isteyenler ise hakir görülüyor oralarda. Fakat o sene öyle bir turnuva oynanıyor ki; birazdan değineceğim iki efsane, bağnaz Amerikan basketbol adamlarının fikir havuzuna intihar komandosu olarak giriyor. Ve olaylar böylelikle başlıyor...
Bahsettiğim iki efsane:
Eski Sovyet, yeni Litvanya vatandaşı Arvydas Sabonis ve Hırvat, Almanya'da o lanet kazaya kurban giden, basketbolun Wolfgang Amadeus Mozart'ı Drazen Petrovic. Eğer basketbol bir din olsaydı (ki benim için zaten öyle), Avrupa basketbolu mezhebine dahil olmamı sağlayan üstadlar bunlardır. Biri halen Zalgiris Kaunas maçlarını kenardan izler (yani en son gördüğümde, Lakers'ın Jack Nicholson modeli gibiydi. Hemen ilk sırada, hakeme itiraz vb.). Diğeri ise beni ve tüm Hırvatları (evet bu rahmetli sayesinde kendimi Hırvat hissederim ayrıca, belirteyim) yetim bıraktıktan sonra, adı şimdilerde yıldızının parladığı Cibona Zagreb'in maçlarını oynadığı salonda (bkz: Drazen Petrovic Basketball Center) yaşatılmak isteniyor. Hayatından kesitlerin yer aldığı Drazen Petrovic Memorial Center ise, 'Ölmeden Önce Görmem Gereken Mekanlar' listemde ilk ondadır.
Bu ikilinin Atlantik dolaylarından açtığı kapıdan kafayı uzatıp "bir arkadaşa bakan", beğenip kalan - beğenmeyip "baba ocağı"na dönen sürüyle oyuncu oldu, oluyor, olacak da... Bu kapıdan geçenler sadece parkede değil, benchte görev alanlar hatta GM'ler oldu. Buna en büyük örnek Maurizio Gherardini olsa gerek. Son olarak New Jersey Nets'i satın alan Rus iş adamı Mikhail Prokhorov, bu Avrupai tatlının şerbeti konumunda.
Bu rüyaya kapılıp giden oyunculara üzülürüm genelde. İçimi parçalayanlar olarak ise Tiago Splitter, Nikola Pekovic, Ömer Aşık, Semih Erden, Timofey Mozgov son önemli adaylar. Henüz yüksek tempo Avrupa basketbolunda kendilerine tam doyamamışken (Splitter hariç), onlar o altın varaklı kapıdan geçiverdiler. Bir umuda yolculuk adına şarkıda da geçtiği gibi "bindiler bir alamete". Yine Splitter hariç, onları siyahi uzunlardan farklı kılan özellikleri olan oyun bilgisi ve doğru zamanda doğru yerde olma kabiliyetlerini daha da sivriltemedikleri sürece orada tutunamayıp önce Geliştirme Ligi, ardından da daha önce de bahsettiğim gibi baba ocağına dönüşleri, ihtimaller dahilinde en kuvvetli olanı. Alıntı olarak da şu vecizeyi aktarmadan edemeyeceğim: "NBA'de her Pau Gasol için bir Darko Milicic, her Dirk Nowitzki için bir Nikoloz Tskitishvili bulabilirsiniz."
Orada tutunmak isteyen Avrupa patentli uzun diğer kaslı ve zıpzıp siyahi uzunlara karşı farklı bir uzvunu kullanmalı... Mesela aklını! En azından burunları sürtülüp elleri ceplerinde, çaresizce Avrupa'ya dönmesinler. Haydi görelim sizi gençler!