.

Pazartesi, Temmuz 21, 2014

Söylesem Tesiri Yok, Sussam Gönül Razı Değil

Konu; Avrupa basketbolu.
Tema; Fenerbahçe.
Yani en sevdiğim.

Resmi olarak 5, gayri-resmi 7 transfer yapıldı. Belki 1 tane daha yapılacak.
İçimi sıkan konular var.
Bugün gücüm ancak kısa rotasyonuna yetecek. Kendime söyleyecek şeylerin olduğunu hissediyorum.

Neydik?

Bo McCalebb, Kenan Sipahi, Berk Uğurlu, Ömer Onan, Melih Mahmutoğlu, plase Emir :(
Ne olduk?
Ricky Hickman, Kenan Sipahi, Andrew G'lock, Melih Mahmutoğlu, Bogdan Bogdanovic, Can Altıntığ, Berk Uğurlu, plase Emir :(
Hem nitelik hem de nicelik anlamda daha iyi rotasyon. Ancak...
Fenerbahçe'nin sezon bitiminde aradığı, tüm yılı heba eden sıkıntıları yola koyacak hamle kalıbı neydi? Hangi tarz oyuncu arandı, sonunda kim ile imzalandı konusunda benim ciddi çelişkilerim var.

Fenerbahçe, Bo gibi Avrupa'nın delicilik ve transition oyunda bir numara guard'ına sahipti. Fakat set oyununda, özellikle TOP 16'daki üst seviye savunmaya karşı Bo ile bir adım öteye gidilemedi. Çünkü Fenerbahçe parkede lidere ihtiyacı vardı. Bu tarz oyuncu ihtiyacı ne Bo, ne yarım sezon sakat Kenan ile, ne de Emir ile karşılanabildi.

Koç Obradovic geçen sezon içinde birçok defa: "Lider oyuncum yok, bencil bir takımız" dedi.
Kim lan bu lider?
Aranan liderin özellikleri, gerektiğinde kaldırıp atacak, gerektiğinde uzunları oynatacak. Saha içindeki seçimlerinde yüksek yüzdeli olacak, mücadele gücü yüksek, dribbling yaparken bile takıma güven aşılayacak, ben buradayım diyecek özgül ağırlığa sahip olacak.
Burada lider denen bir hıyar varmış?
Tabii ki bu tanım kusursuzluğun tanımı. Ancak siz ne kadar bu tanıma yakın oyuncu bulursanız, o kadar önünüzü rahat görürsünüz. NBA'i bir kenara bırakırsak, Avrupa basketbolunda bu tanıma yakın kimler var? V-Span, DD13 (artık her şey için çok geç), Sergio Rodriguez. Marcelinho Huertas, Carlos Arroyo ve Milos Teodosic ise bu seviyenin birkaç tık altında kalanlar. NBA'den Avrupa yapabilecek Nick Calathes'i (Grizzliers'da kaldı) yine bu isimlere ekleyebiliriz.

Oyuncu değişikliği...
Hem oynayacak hem oynatacak?
Ricky Hickman.
Aranan mı? Bence değil.
Lider karakter mi? Bildiğimiz ve belki de aradığımız hırçın lider değil.
Şutu var mı? Var.
Delicilik var mı? Var.
Pick and roll oynar mı? Oynar.
Koş-koş oyununa uygun mu? Uygun.

PG için iyi bir basketbolcu mu arıyorduk, yoksa takımı gözü kapalı emanet edeceğimiz, güven duyacağımız birisi mi? İkincisi aradık, bulamadık. Birincisi oldu. İşte benim tedirginliğim de burada. Bo'dan sonra "oh" çekip sonunda bulduk diyebileceğimiz, oyunun her alanında Bo'dan daha verimli olacak biri olduğuna emin değilim.

Bo'nun iyi yapamadığı pek çok şeyi yapabilir ancak bunu yaparken saha içi dengesi nasıl olacak, benim açımdan yine soru işareti. Tabii ki sorumluluk dağıtma konusunda Zeljko'ya büyük iş düşüyor.
Bize oradan 1,5 acılı takım yapsana Zeljko!
Sorumluluk dağıtma ve motivasyon.
Takım olabilmenin en önemli iki şartı.
Bu konuda Avrupa'nın en iyisi de elimizde.

Ricky Hickman takım içi dengeleri bozmayan efendi bi' kardeşimiz ama Emir ve Kenan PG'de, G'lock, Bogdan ve Melih SG'de nasıl sorumluluk alacak şu an için net bir şey oluşturmuyor kafalarda. Kenan dışındaki (Hickman dahil) hiçbiri saf guard hissi oluşturmuyor bünyede. Bu da takım içi uyum ve denge açısından rollerin paylaşımı konusunda merak uyandırıyor.

Eşekten adam olur, Emir'den Bodiroga olmaz
Zeljko gelene kadar ayrı hayal kırıklığı, Zeljko geldikten sonra ayrı hayal kırıklığının adı Emir. Ben artık büyük beklentileri karşılayabileceğini düşünmüyorum. Hatta son anda devşirme-türk kontejanından yerli sayılmasa gönderilmesini desteklerim. Artık lider-yıldız oyuncu seviyesinden rol oyuncusu seviyesine düşme senesi geldi.

Kimseyi beklemedim senin kadar
Kenan Sipahi.
Gelişi ve başlangıcı ne kadar heyecan verici ise yarım sezonu sakat geçirmesi de bir o kadar hayal kırıklığı oldu. Sakatlığı ardında bırakabilecek iradesi, yaşı ve fizik-mental yapısı var. Kenan'ın güven vermesi gerekiyor bu sezon. Overrated oyuncuya dönüşmeden, ben bu takımın ilk iki guardından biriyim, bana güvenin demesi gerekiyor. Fenerbahçe'nin de ona hiç olmadığı kadar ihtiyacı var. Kadrodaki en önemli saf guard olarak belki de en nadide parça.

"Taraftar çoşdur bizi"
Hem oyun zevki açısından hem de Fenerbahçe basketbolu açısından heyecan ve gelecek vaat eden canımız ciğerimiz: G'lock ve Bogdan. İkisi de genç ve patlayıcı. İkisi de sorumluluk alabilecek tipte ve iyi kalite şutör. Bu takımın sayı sıkıntısı olmayacak deniyorsa, bunun en büyük dayanağı. Sezon öncesi heyecanımın en büyük iki kaynağı. Yapmanız gerekeni yapın.

Olumlu yönler çok, sorular çok, beklentiler yüksek. Kulüp Fenerbahçe, koç Zeljko, merak uyandıran takım yapılanması, taraftar, salon. Yine yüksek beklentilere sebep olacak bir o kadar sebep.

Merak ve heyecan kadar soru işaretleri de kafamın büyük bölümünü kaplıyor. Özellikle kısa rotasyonu, görev ve sorumluluk dağılımı konusunda endişeliyim. Umarım taşları yerine oturtacak guard yapısı kurulur, kurabiliriz.


Çarşamba, Temmuz 27, 2011

2.45 Reşit Oldu

Bundan tam 18 yıl önce 27 Temmuz 1993 yılında son olimpiyat şampiyonu Javier Sotomayor, Salamanca'da pistteydi. O gün öyle bir yüksekliği geçti ki Kübalı, 18 yıldır gökyüzüne en çok yaklaşan atlet olma unvanını koruyor.

Komünist toprakların bir başka etkiye sahip olduğu bir atletizm dalı olan Yüksek Atlamada, kadınlarda Sovyet Stefka Kostadinova (24 yıllık rekor hala kırılamadı) erkeklerde Kübalı Javier Sotomayor günümüz futbolundaki Barça etkisini atletizm pistlerine taşıyorlardı. Sotomayor, 8 Eylül 1988'de 2.43 ile ele geçirdiği rekoru öyle iki atlayışla perçinledi ki Yüksek Atlamada kendi çıtasını yarattı. Bugün ben o perçinlediği çıtalardan en yüksek olanına değinmek istiyorum; tam tamına 2.45 olanına.
Doping söylentileri ile geçen 80'lerin ardından (bkz: 100 metre kadınlar rekoru) bir nevi sıklaşan kontrollerin arasında rekor kırmak eskisine göre zorlaşmıştı. '92 Barcelona'da 2.40 ile altın madalyayı kazanan Sotomayor, '93 Dünya Şampiyonası öncesinde İspanya'nın Salamanca şehrine uğrayacaktı. 22 Ağustos'taki Dünya Şampiyonası öncesinde Kübalı atlet için iyi bir deneme olacaktı. Kariyerinde daha önce bir de olimpiyat bronz madalya ve 2.30 ve üzerini 227 geçme başarısı bulunduran Sotomayor, Salamanca'da akşam üzeri vakti son hakkı öncesinde 2.41 ile birinciliği garantilemişti. Son hakkını dünya rekoru seviyesine çeken Javier, yüksek atlamacıların klasik denemesini yaptı. Belki de kendisi bile inanamadı bu atlayışa. 6. ve son hakkında 2.45'i zor da olsa (bar düşmemek için çok direndi) geçmeyi başaran Sotomayor, haklı başarısını kazanmış oldu. Rekordan yaklaşık bir ay sonra Toronto'da 2.41 ile altın madalyaya uzanan Kübalı atlet tüm dünyaya bir numara olduğunu göstermişti.

Daha sonra Sevilla ve Mar de Plata'da 2.42 ve 2.40'lık derecelere imza atan Sotomayor, 2000 Haziran'ın da Pan-Amerikan Oyunları'nda doping yaptığı gerekçesiyle ceza alınca atletizme 34 yaşında veda etti.

Perşembe, Haziran 23, 2011

Enis Kentır

Avrupa'da 1992 doğumlu basketbolcular arasında bir numara gösterilen, kıt'a Avrupa'sındaki en büyük rakibi Dejan Musli Caja Labarol benchinde otururken Cavs mi T'wolves mu hesabı yapan, bütün yılı boş geçse de tüm yılı Euroleague oynayarak geçiren Jonas Valanciunas'ın önünde seçilmesi beklenen basketbolcunun tellafuzu başlıkta yazan. 2 yıl öncesine kadar düz lise öğrencisi seviyesinde İngilizce'ye sahip olan Enes Kanter, 2011 draftları öncesinde kendi ismini Amerikan basınına böyle söylüyor, bize de başka türlü yazmak düşmezdi elbet.

Türkiye'den gidişine-kaçırılışına kızdım, kızıyorum Enes'in. Belki de Fenerbahçeli olmam nedeniyle derinlerde sarı-lacivert tutku beni o yöne doğru yönlendiriyor ancak sağ salim oturup düşündüğümde de yanlış yaptığı sonucuna varıyorum. Bu yanlışın ondan götürdükleri kadar kazandırdıkları da oldu. Başta dil problemini çözdü ve ufak da olsa Kristof Coulomb'un ülkesine kendisini tanıttı. Sanırım kazandırdıkları Enes için çok daha önemliydi. Saygı duymak lazımdı, duyuyorum.

Enes'in bu geceki draftlarda ilk dört içinde seçilmesi kesin. Gelin Enes için elimizdeki seçenekleri değerlendirelim.


  • Washington Wizards:

Wizards'ın 6. sıra hakkını Enes için takas edebileceği söylentileri var. John Wall, Jordan Crawford ve Enes Kanter üzerine bir takım oluşturmak istiyorlarmış. Hem Washington DC'nin New York'a yakın olması hem de kendi üzerine takım kurulacak olması Enes'in Wizards'a sıcak bakmasını sağlıyor. Ayrıca menajeri Max Ergül'ün de başkent ekibi (bu terim geçince aklıma hep Gençlerbirliği gelir) ile olan yakın bağları bu takasın olma ihtimalini güçlendiriyor.

"Boş gezenlerin boş takımı" olarak düşündüğüm Wizards eğer kadroyu silip, yukarıda saydığım üç oyuncu üzerine kurarsa Enes için iyi başlangıç olabileceği kanısındayım. Ancak bu seçimin dezavantajı sırası(6). T'Wolves ile draft sırasında takasa giderlerse en büyük şansı Wizards'a veriyorum eğer takas gerçekleşmezse şansları yok.


  • Utah Jazz:

Jerry Sloan  ve Derron Williams'ın ayrılması ile "L.A Clippers modu"na giren Utah Jazz, Enes Kanter ile ismi en az geçen takım dört takım arasında. Ancak onların en büyük kozu seçim sırası(3). Eğer Cavs Kyrie Irving sevdasından vazgeçmez ve T'Wolves Derrick Williams'a güvenirse Enes Kanter üçüncü sıraya düşecek. Jazz'ın bir uzun seçmek istediği biliniyor, o nedenle ellerinde pek fazla seçenek kalmıyor. Enes'in yerine Enes'in her karşılaştığında "tokatladığı" Jonas Valanciunas'ı veya küçük Sergei Ibaka Bismack Biyombo'yu seçmek akıllıca değil.

Enes için ısrarcı olmasalar da önlerindeki en iyi tercihi yapacaklarını düşünüyorum. Böyle bir riski alacaklarını da tahmin ediyorum eğer Enes üçüncü sıraya kalırsa. O nedenle gecenin plasesi Utah Jazz.


  • Minnesota Timberwolves:

Kevin Garnett sonrası "çürük pazar malı" misali oyuncuları bir araya getirerek başarı yakalamaya çalışan  T'Wolves son iki sezonda akılcı hamleler yapmaya başladı. Gerek Kevin Love'in ön plana çıkarılması gerek Michael Beasley'e terapi yapılıp hayata kazandırılması gerek şut özürlü ama müthiş saha görüşüne sahip Ricky Rubio'nun takıma katılması Minnesota'yı geçen sezonlara nazaran cazip hale getiren sebepler. Ancak Enes'in oyununu geliştirmek için olumlu bir takım mı, tartışılır.

Kevin Love, Nikola Pekovic (lock out olsa da olmasa da Avrupa'ya dönme olasılığı yüksek) ve Darko Milicic gibi kendisine benzer üç beyaz uzunla aynı takımda oynamak isteyeceği sanmıyorum özellikle de Wizards'ın teklifi düşünülünce. Yukarıdaki satırlarda da dediğim gibi Enes de ikinci sıradan seçilirse Wizards tarafından olmasını istiyor, takasın olmasına dua ediyor.


  • Cleveland Cavaliers:

Enes Kanter'in ilk dört içinde seçileceğini düşündüğümüzde ve Cavs'in ilk dört sıranın ikisine sahip olduğunu göz önüne aldığımızda, basit bir matematik işlemiyle LeBronzede Cavs'in Enes için %50 şansa sahip olduğunu görebiliyoruz. 1 ve 4 sıra hakları elinde bulunduran Cavs'in hayali ise ilk sıradan Kyrie Irving'i, dördüncü sıradan Enes'i seçmek. Ancak böyle bir strateji uygularlarsa Enes'i kaybetme olasılığı oldukça yüksek. İlk sıradan Irving'i aldıktan sonra takas riskine de gireceklerini düşünmüyorum.

Cleveland kağıt üstünde %50 şansa sahip gibi görünse de eli kolu bağlı şu an. Bu gece tek yapabilecekleri T'Wolves-Wizards ve Jazz üçlüsünün Enes'i seçmemesini beklemek. Ancak ben bu durumun oldukça zor olduğu kanısındayım.

Bu geceye dair Emrece tahminler:

  1. %35 Washington Wizards
  2. %30 Utah Jazz
  3. %25 Cleveland Caveliers
  4. %10 Minnesota Timberwolves

Draft2011'de dikkat edilmesi gereken isimler:

Jan Vesely, Bismack Biyombo, Kemba Walker, Brandon Knight, Marcus Morris. Ayrıca Avrupa'dan Nikola Mirotic'in Spurs tarafından ve yeni Fenerbahçeli Bojan Bogdanovic'in Bulls tarafından seçilmesini bekliyorum.

Cuma, Haziran 17, 2011

Biri 5/5 Mi Dedi?

Bu tablodan sonra söylenecek çok az şey var aslında. Tüm bu branşlarda mücadelede eden sporculara ve teknik kadroya sonsuz teşekkürler. Dünyanın en büyük spor kulübünü bu başarıları kazanmasında emeği olan herkese binlerce kez teşekkürler. Doktor Alex'ten Kaptan Ömer'e, Nevriye'den Arslan Ekşi'ye, Nati'den Gökhan Gönül'e, Roko'dan korkunç Ivan'a, Birsel'den Volkan'a, Naz Aydemir'den Oğuz'a kadar herkese teşekkürler.

Çarşamba, Haziran 08, 2011

El Diego 5

Otobiyografisinde "hayal kırıklığı" olarak adlandırdığı 1982 Dünya Kupası öncesi kimlik kartı için fotoğraf çekimindeki Diego.

Ayrıca Maradona 1982 Dünya Kupasını şöyle yorumluyor:
Boca'ya veda maçlarına dönen Mar del Plata'daki o yaz turnuvasından sonra, İspanya 1982 Dünya Kupası için dört ay milli takımla hazırlık yaptım. Turnuva başladığında, kupayı çoktan kazandığımızı düşünüyorduk. Unuttuğumuz bir detay vardı: Kazanmak için önce oynamalısın. Belki de 1978 ve 1979'da işler çok iyi gittiğinden bunun burada da kolay olacağını düşünüyorduk. Fakat başka bir şey vardı, hayati bir şey: Fiziksel durumumuz berbattı. Bunun ilk defa şimdi söyleyebiliyorum, bu en büyük yanlıştı. Benim gibi, tüm şampiyonayı oynadıktan sonra dosdoğru milli takıma gelen bir çocuğu böyle değerlendiremezsin. Bunu yapamazsın! Bu beni tüketti, eminim diğerlerini de. Yani kimse bana çok çalışmadığımı söyleyemez, bunu sahip olduğum her şeyle savunurum. Fakat Prof. Ricardo Pizzarotti'nin bize yaptığı şeyle 1982 Dünya Kupası'na yorgun ve aşırı antreman yapmış halde geldik. Ölü gibi. Markam haline gelen o fırlama yeteneğim, kıvılcım olmadan. Sanırım bu bize kupayı kaybettiren diğer sebepti.
 El Diego/sayfa 73.

Cumartesi, Nisan 30, 2011

Finito?

Bitmedi, bitmeyecek kardeşim. İsterse araya YGS girsin, isterse LYS. İsterse de aile ve dersane baskısı. Tamam ara veriyorum ve vereceğim ama bitmeyecek. 2012 yaz aylarında daha dinç, daha az paslı bir kafa ile burada, evimizde olacağım. O zamana dek düzenli yazmayacağım, yazamayacağım. Zaten baksana blog'a özel olarak hazırlanan son post 27 Şubat'ta. Yani 2 ay önce. Yine siz siz olun, dostluğumuzu unutmayın ayda bir bu adresi kolaçan edin, belki birkaç şey zırvalamışımdır. Ancak biraz önce de dediğim gibi 'çılgın proje' 2012'nin yaz aylarında başlayabilecek.

Ha bir de unutmadan söyleyelim, yine aklıma esince, rahat ve sakin ortamı bulduğum da şu adreslerde de bulunabilirim.

http://lifedoesnotforgiveweakness.tumblr.com/
http://bolbasket.com/

Herkese sevgiler, saygılar.

Pazartesi, Mart 28, 2011

Ömer İlk Basamağı Geride Bırakırken


7 yıl kimine göre büyük kimine göre o kadar da uzun bir süreç değildir. Ancak düşünün ki 7 yıl içerisinde yeni doğan çocuğunuz okula başlar, altıncı sınıfta okuyan bir öğrenci üniversite kapısına dayanır, üniversiteye başlayan genç zor da olsa üniversite diplomasını alır, denk gelirse 7 yılda San Antonio Spurs 3, Chicago Bulls 6 defa şampiyon olur. Tamam, 7 yılda 'Dünya değişir, Fenerbahçe Türkiye Kupasını alır.' demiyorum ama 18 yaşındaki bir çocuk bu sürede NBA'de kendini kabul ettirebilir.
Bursa'da doğan, boyu ankarenormal bir şekilde uzayan, 18 yaşına kadar profesyonel olma amacıyla basketbol oynamayan sonrasında Fenerbahçe tarafından keşfedilen biri Ömer Aşık. Bundan 7 yıl öncesine kadar belki de gece kalkmaya üşenip, canlı NBA maçı seyretmeyen Ömer, bugünlerde düşler sahnesinde adını kabul ettirmeye başlıyor. Aleaddin Yakan tedrisatından geçen 2.14'lük Ömer, basketbol terimiyle betonlaşmış ellerini ilk kez bu aşamada 'sert' mertebesine çekti. Neredeyse sıfır parmak ucu hissiyâtına sahip Aşık, ilk kez bu basamakta tanıştı Molten, Spalding salon toplarıyla. Modern basketbol anlayışı içinde 'sırık' pivot anlayışının değer kazanması ile bir adım daha kazanan Ömer Aşık, Alpella forması ligde ile smaç-blok partisi yapmaya başlayınca Fenerbahçe'ye doğru dev adımını attı. 
İlk Euroleague sezonunda; Top16'da blok kralı olan Ömer, NBA'ye göz kırpmaya başlamıştı. Bu göz kırpmanın bir platonik aşka dönüşmesine izin vermeyen Okyanus ötesi, Ömer'i görmezden gelmedi ve Chicago'ya adını kaydettirdi. Bir sezon daha oynaması ve geçmişte attığı o uzun adımlardan bir tane daha atması beklenen Ömer, neredeyse bir sezonu off geçirince basamak atlama işi bir başka bahara kaldı. Ancak geç gelen bahar, güzel geldi; Dünya Şampiyonası Ömer için muhteşem geçti. NBA öncesinde tüm leveller zor da olsa tamamlanmış, artık oyunun zor bölümlerine geçmişti genç pivot.
Bir paragraf öncesinde de bahsettiğim 'sırık' pivot anlayışındaki oklar tam anlamıyla Ömer Aşık'ı gösteriyordu. Bir nevi 80'lerin futbolundaki süpürücü rolü, Bulls'ta Ömer için biçilmişti. Üçüncü veya dördüncü pivot rolü ile sezona başlasa da ona biçilen görevi yaptığı takdirde NBA'deki ilk basamağı aşacağı aşikardı. Ancak...Ömer'in artık doğuştan gelen bir problem mi bilmiyorum ama hücum sendromu vardı. Henüz oturmayan bir pivot oyununun olmayışı, her ne hikmetse topu pota altında aldığında parkeyi öpecek kadar eğilmesi, neredeyse olmayan şutu ve efsaneleşmiş serbest atış yüzdesi Ömer'in ilk görevi yani kendini kabul ettirme aşamasını bir türlü geçememesine neden oldu. Normaldi, NBA'ye Avrupa basketbolunun tersine sayıya ve kişisel beceriye dayalı bir oyun stilindeydi. Maç başına 2.1 sayı yapan bir pivotun ilk beşe yerleşmesi, Türkiye'nin 100 metrede sprinter çıkarması ile aynı anlama geliyordu. Bu tip özelliklere sahip olan bir uzunun ilk aşamayı kolay aşmasını beklemeyemezdik. Bunun için bellli üst düzey performanslar ve özellikler gerekiyordu.
Ömer ilk üst düzey performansını Doğu'daki en büyük rakiplerinden Orlando'ya, Dwight Howard'a karşı verdi. Yakaladığı çıkış ile Doğru Konferansı finalindeki en büyük rakibi Orlando'ya karşı bir çare bulmak isteyen Bulls ve koç Tom Thibodeau, çözümü arkasındaki benchte buldu. Dwight Howard'ı belki de ligde bu sezon en fazla yavaşlatacak performansı sergileyen Ömer, takıma ve yönetime takas malzemesi olmayacağı güvenini verdi ki Houston Rockets'ın Courtney Lee-Ömer Aşık takası reddedildi. Ardından Rockets'a giden Hasheem Thabeet'ten çok daha iyi olduğu da aşikardı Aşık'ın. Son olarak rutinde götürdüğü sezonu dünkü New Jersey Nets maçındaki performası ile taçlandırdı ve NBA'deki ilk basamağı atlamayı başardı. İlk double-double'ını yaptığı maçın ardından takım içinde ve taraftarlara kendini kabul ettirmeyi başardı Ömer. Ne zaman sakatlanacağı belli olmayan Carlos Boozer ve yaşlı Kurt Thomas'ı düşündüğümüzde Ömer'e biçilen görevin sınırları gün geçtikçe artacaktır.
Sıra geldi atıp tutarak yazıyı bitirme bölümüne. Ömer bu tip performansını rutine dönüştürürse ve biraz da şansı yaver giderse en fazla NBA'in ikinci Dikembe Mutombo'su olur -ki Mutombo seviyesine çıkması çok zor. O nedenle kısa vadede olmasa bile Ömer'in kendine farklı bir yol çizmesi lazım. Belki 2-3 sezon sonrasında bir Hansbrough gibi olmasa da orta mesafe şutu olan, serbest atış yüzdesini %50'nin üzerine çıkaran ve kritik anlarda zayıf halka olmayan, aşağı eğilmeden güçlü bir bitirici gibi özellikleri repertuarına eklerse Ömer'i farklı seviyelerde görmemiz mümkün. Ancak unutulmamalı ki Ömer şu an için ilk görevini yerine getirmiş durumda. Şanssızlık olmazsa geleceğe dair Ömer'e güvenim tam, yürü be Ömer.

Pazar, Şubat 27, 2011

Umutlar İspanya'ya Sürüklenirken...








...hem savunma hem de hücum anlamında sezonun en önemli maçında uzunlara büyük iş düşecek, umarım büyük beklentiler yarattığımız sezonu yüzümüzün akıyla tamamlarız.

Pazar, Şubat 13, 2011

Geyiği Tedavi Etmek

İlk ve tek şampiyonluğunu kurulduktan 3 yıl sonra Lewis Alcindor ya da bizim 'müslüman çocuk' olarak tanıdığımız Kareem Abdul-Jabbar önderliğinde kazanan Milwaukee Bucks o günden beri şeytanın değil ayağını tırnağını bile kıramamakta. 1974 yılındaki Konferans şampiyonluğu ve dolayısıyla gelen 'NBA finalisti' lakabı ise köklü Milwaukee'lilerin gönüllerinin köşesinde duran diğer bir başarı. Bu küflenmiş başarıları tarihin karanlık köşelerine gönderenler ise bizzat Bucks'ın komşuları. Bucks taraftarına en çok komşu Chicago Bulls'un 90'lı yıllardaki performansını hayranlıkla izlemek değil de, diğer ufak komşular Wisconsin ve Michigan'ın da gölgesinde kalmak koymuştur.

Gelin görün ki 'Geyik'lerin 2000'li yıllarda umudu biraz olsun çoğalmıştı. Bu ümitsizliğin ve ezik duygunun kaybolmasının tek nedeni ise Amerika dışından ilk kez birinci sıradan draft edilen Andrew Bogut'tu. Avustralyalı olmasına rağmen Amerikan basketbol disiplininden geçmiş olan Bogut, Bucks'ın kilerin en diplerinde kalmış yüzünü aydınlığa çıkarabilecek bir potansiyele sahipti. Andrew Bogut kadroya katılırken bizi -Türkiye'yi- ilgilendiren tek nokta ise Ersan İlyasova'nın erken bir şekilde NBA'ye adım atışıydı. Gelin görün ki 18 yaşındaki -ki gayr-i resmi yaşı 22- yıldımızın yolu bahtsız bedevi konumundaki Milwaukee Bucks ile kesişti. 2 senelik git-gel döneminden sonra Ersan takımdaki ana rolünü kazandı. Tabii ki bu rolü kazanmasında Barcelona'da oynadığı sezonun büyük etkisi var. Ancak bu kazanç Ersan adına iyi mi oldu derseniz, oklar pek artıyı göstermiyor. All-Star olamasa bile o seviyede oynayıp, kendini tüm NBA'ye ispatlıyacağı takımın Milwaukee Bucks olduğunu düşünmüyorum Ersan'ın.
2005 yılından beri 2.13'lük pivotuyla yatıp kalkan Bucks, hâli hazırda 5 sezonda herhangi bir somut başarı elde edemedi. Ha, hemen atılıp sorarsanız 'peki bu sezon bi' cacık olur mu?' diye, şahsıma münhasır fikrimi bir duygu ikonu ile ifade etmek isterim; cık. Tabii 'bi' cacık olur mu?' ifadesi göreceli bir kavram. Bucks'ın alacağı galibiyet sayısının kaybedeceği maç sayısına değil eşit, yanına yaklaşacağını düşünmüyorum. An itibariyle de Milwaukee Bucks beni yanıltacakmış gibi gözükmüyor; 20-32. Her ne kadar rekortmen Cavs'in önünde olsalar da Pacers'ın 3,5 maç arkasında olduklarını söylersem durumu net olarak anlarsınız.
Bucks 1971 yılında yaban domuzu sanılarak 'domdom' kurşunuyla vurulmuş, 1974 yılında revire giriş yapmış ancak 37 yıldır revirden çıkamamış bir takım hüviyetinde. Bucks'ı revirden çıkaracak operasyonunun figüranlarının ne Carlos Delfino, ne Ersan İlyasova, ne Earl Boykins, ne de Brandon Jennings değil, operasyon kaptanı Andrew Bogut hiç değil. Eğer Bucks ölü sezonlarından biraz olsun sıkıldıysa ve şehirde ufak da olsa bir heyecan yaratmak istiyorsa kan değişimine gitmesi, gereken şart olarak karşımızda duruyor. Ya 'Geyik' son teknolojik aletlerle tedavi edilecek ya da kan kaybından ölmesi beklenecek.

Cuma, Şubat 11, 2011

Modern Kulüp Orduspor

Anne tarafının Ordulu olmasından dolayı Orduspor'a yabancı olmayan hatta doğru hamleler karşısında sempati duyduğum bir kulüptür Karadeniz temsilcisi. Dedem küçüklüğümde beni Trabzonsporlu yapmaya çalışırdı, garipti. Çünkü dedem Ordu doğumlu ve Orduspor tribünlerinden gelme biriydi. Demek ki o bile Orduspor'dan ümidini kaybetmişti ki "Fenerli olacağına Trabzonsporlu olsun." diyordu. Ancak yıl oldu 2011, işler ve şartlar değişti. Değişenler listesinin başında da Orduspor geliyor. Eminim bugün dedemin kucağındaki 4 yaşındaki Emre olsam, Ordusporlu yapılmaya çalışılırdım.

11 Şubat itibariyle Orduspor Bank Asya 1.Lig'in lideri. Yıllardır play-off çevresinden debelenen, ya play-off'u son anda kaçıran ya da play-off mücadelesinde yüzü gülmeyen bir kulüp görünümündeydi Orduspor. Şadi Çolak'ın gol kralı olduğu, mor ve beyaz renklerin dalgalandığı 19 Eylül Stadyumu'nda taraftarın yüzü tam olarak bir türlü gülmedi. Hep bir tebessüm vardı ama ağızlar kulaklara varacak seviyede değildi.

2009 yılına kadar "Ağbi gel şu kulübü devral" sistemiyle işleyen Orduspor, son başkan Nedim Türkmen ile doğru hamleler yaptı. Modern ve çağdaş kulüp olma yolunda önemli adımlar attı. İsterseniz önemli bir Süper Lig takımı olma yolundaki Orduspor'un atılımlarını inceleyelim.

1. Orduspor Store :

Modern bir kulübün temel ekonomik kaynaklarından biri lisanslı ürünlerdir. 24 Eylül 2010 tarihinde açılan Orduspor, açıldığı andan itibaren büyük ilgi görmüştü. Bölge halkının takımı özlemesi, forma fiyatlarının 25 lira olması, takıma duyulan aidiyet duygusu Orduspor Store'un başarılı olmasını sağlayacak başlıca nedenler. Orduspor Store Karadeniz gibi futbola aşık bir bölgede düzenli ve sağlam bir marka haline gelirse kulübe maddi açıdan çok şey kazandıracağı kesin.

2. Orduspor Taraftar Kart :

Bu uygulamanın en önemli etkisini Fenerbahçe'de görmüştük. 100.yılda satılan 100 bini aşkın taraftar kart hem kulübe hem de kart sahiplerine önemli faydalar sağlamıştı. Ordu gibi nüfusu 1 milyonu aşkın bir şehir için gayet mantıklı bir uygulama taraftar kart. Salı günü satışa çıkacak kart ile gerekli bilgiye bu ve bu adresten ulaşabilirsiniz.

3. Orduspor Dergisi :

Nedim Türkmen'in başkan seçilmesi ile birlikte yapılan hamlelerden biri de Orduspor Dergisi'ydi. Bir yılı aşkın süre önce yayına başlayan dergi kendi 'seviyesinde' kaliteli sayılır. Dergilere ve dergilerle ilgili bilgiye ulaşmak için bu adresi kullanabilirsiniz.

4. Mor Göden Kampanyası :

"Göden" kelimesi anne tarafından dolayı yabancı gelmiyor bana. Ordu'ya gittiğimde mutlaka bu hayvanı görüp, bu kelimeyi duyarım. Göden diye tabir edilen hayvan bildiğimiz kurbağadır, yöresel kullanım işte. Ancak Orduspor bu yöresel kullanımı çok daha yararlı bir projede kullanmayı hedefliyor. Mor Göden kampanyası tribünlerdeki küfürlü tezahüratları engellemeyi amaçlıyor. Sloganı ise;
Bundan sonra maçlara yengeniz Gödengül ile birlikte gidicez. Aman hacı, kötü tezahürat küfür müfür olmasın artık.
Kampanyanın üç afişine ulaşmak için buradan buyurun.

5. Sosyal Ağlarda Orduspor :

Halka ve taraftara açılmak günümüz futbol kulüplerinin en önemli görevlerinden biri. Orduspor buna kaliteli bir biçimde gerçekleştirmiş nadir Bank Asya 1.Lig takımlarından. Orduspor Twitter'da nerede derseniz burada, Facebook'ta nerede derseniz burada vesselam.

6. Fiorentina ile İşbirliği :

İtalyanın mor menekşesi AC Fiorentina ve Türkiye’nin mor menekşesi Orduspor Kulübü önemli bir işbirliğine imza atıyor.
Çarşamba günü Floransa’ya gidecek olan Orduspor Kulübü Başkanı Dr. Nedim Türkmenve Projeyi gerçekleştiren Başkan danışmanı Necmettin Çelikhan, AC Fioretina CEO’su Sandro Mencucci ve Sportif Direktör Pantaleo Corvino  ile buluşup beraber hem AC Fiorentina & Inter Milan maçını seyredecek hem de işbirliğinin imzalarını atacaklar. Anlaşmanın içeriğinde;A takımların sezon başı açılış maçını İstanbul’da yapmaları. AC Fiorentina A takım oyuncularının kiralık satın alma opsiyonu ile  Orduspor’a verilmesi. Altyapı teknik adamlarının bilgi alışverişi. AC Fiorentina’nın oyuncu izleme ve transfer politikalarını aktarması. Orduspor altyapı sporcularının AC Fiorentina kulübünde eğitim alması. Her iki takım ürünlerinin taraftar mağazalarında satışa sunulması. İşbirliği için özel ürünler üretilmesi ve satışa sunulması. İşbirliğinden doğacak gelirin belirli bir kısmının hayır kurumlarına bağışlanması konularını içeriyor 1926 yılında kurulan AC Fiorentina maçlarını 47.000 kapasiteli Artemio Franchi stadyumunda oynamaktadır, AC Fiorentina 2 defa Serie A, 6 defa İtalyan kupasını, 1 defa İtalya Süper Kupa ve 1 defa da UEFA Kupası şampiyonlukları elde etti. Sezona Süper lig hedefi ile başlayan Orduspor, sportif anlamda Bank Asya 1. liginde lider konumunu sürdürürken aynı zamanda yaptığı işbirliği ile Spor Toto Süper Lige idari ve vizyonelanlamda da hazır olduğunu gösteriyor.

Aslında yazıyı yazma amacım bu işbirliği anlaşmasıydı. Ancak yazmış iken bütün adımları yazalım dedim, hem de diğer faaliyetlerin okunabilmesi için bu maddeyi sona sakladım. Nice mutlu ve umut dolu yıllara Orduspor.

Pazar, Şubat 06, 2011

Sportif Gudubetler #2

Ben 5 vakit namaz kılan bir insanım, doping yapmam.
Doping yaptığı iddiaları üzerine Gençlerbirliği'nin defans oyuncusu Orhan Şam'ın verdiği ibretlik cevap.

Ankara Arena İzlenimleri #9

Serinin ilk 3 yazısını Efes World 9 için kalan 5 yazıyı da Dünya Basketbol Şampiyonası odaklı yazmıştım. 5 aylık bir aranın ardından Ankara Arena Günlüğü'mün 9 yazısı için bugün TBL All-Star maçındaydım. Gelin hep beraber bakalım günlüğe neleri not düşmüşüm.

Salon çevresinden başlamak lazım. Dünya Şampiyonası'ndan sonra bir hayli düzelme olmuş, kumlu kaldırımlar ve iş makineleri yoktu en azından salon çevresinde. Çocuklara yönelik organizasyonlar da, organizasyon ile ilgili günlüğe düştüğüm pozitif notlardan. Ancak salona giriş oldukça farklı oldu Dünya Şampiyonası'ndan. Herhangi bir dış güvenlik araması olmadan 3 kapıdan giriş yapıldı-ki Ankara Arena 8 giriş kapısına sahip bir salon.

Bu sefer ki gelişimde daha bir burjuva olmuştum. Efes World Cup ve Dünya Şampiyonası'nda saha içi bölümüne hiç geçememiştim, herhalde pis içime oturmuştu gittim saha içinin ortasından aldım bileti. Önümde Neven Spahija ve Melih Gümüşbıçak gibi isimlerle "sıcak-soğuk" dengesini kurarak izledim. Salonda kazandığım tişörte Neven Spahija imzasını çaktırınca "sıcak" dengeleri alt üst etti tabii.

Salon içi gösterileri tek tek ele alacak olursak; dans gruplarını bir yana koymak lazım. Özellikle Russian Bar Trio'nun yaptığı gösteri günün en iyisiydi. Kadın zıplamıyor, uçuyor hocam... Biraz ukâlılık gibi olsa da CSKA Moskova kızlarını pek beğenmedim, hele ki Dünya Şampiyonası'ndaki Ukraynalı grubu hatırlayınca. Ancak gösteri çokluğu ve güler yüzleri geçer notu aldı. Atiye denen pop şarkıcısı ise tam bir felaket. Daha önce Efes World Cup'a da gelmişti bu hanımefendi. Tek kelime playback dışı kelime etmeden sönüp gitmişti. Bugün yine aynısı oldu, salonda 11 bine yakın(abartmıyorum, cidden salon ağzına kadar doluydu.) izleyici dönüp Atiye'nin playback performansına bakmadı, bakmak ayıp olurdu.

Smaç yarışması, smaç yarışması, smaç yarışması...Marcus Haislip, Jeff Trepagnier, James White gibi usta atletleri gördükten sonra TBL'de bile NBA standartını arar olmuştuk. Ancak bugün için herhangi bir beklenti içine girilmemesi gerektiği en başından belliydi. Altan Erol, İlkan Karaman, James Christopher ve Tyler Smith isimlerini görünce beklenti-karşılık oranında hüsrana uğramadım. Smaç vurduğundan şüpheli olduğum Altan Erol ve kas yapayım derken atletizmini kaybetmiş İlkan'ın ilk tur mücadeleleri tamamen zaman kaybıydı. Tyler Smith'in bu smacı onuru biraz kurtarır gibi oldu ama yine de yarışmanın 'fos' kelimesinin ardına taşınmasını sağlayamadı. Üçlük yarışması için uzun uzun yazmaya gerek yok, Ömer reyiz kazandı seyircinin gazıyla. Fakat yarışma için benim dikkatimi çeken nokta Alvin Snow'un performansıydı. İlk turda 21 sayı bulan Alvin Snow, finalde 7 sayıda kaldı. Sanırım tribünlerden etkilendi.

Tribünler demişken hemen söyleyeyim salonun bu kadar dolu olmasını beni epey şaşırttı. Dünya Basketbol Şampiyonası'nın etkileri bir çığ gibi büyüyerek devam ediyor. Başkent'te basketbola bu kadar duyarlı 'kaliteli' seyirci olduğu görmek güzel. Özellikle bunu gerekliliğinden şüphe duyduğum All-Star maçında görmek çok daha heyecan vericiydi. Dünya Basketbol Şampiyonası'nın diğer bir etkisi de tribünlerin oyunculara olan tepkileri. Bir örnek ile açıklamak gerekirse;
Artık hemen hemen herkes Kerem Tunçeri'nin pick oyununu, Ömer Onan'ın sıkrin çıkışı üçlüğünü, Kerem Gönlüm'ün hücum ribauntlarını, Oğuz'un post hücumunu ezbere biliyor, ona göre yorum yapıyordu. 
All-Star'ın eğlenceli yönlerinden biri de özellikle maçın ikinci yarısındaki saçmalamalardı. Topu dışarıya çıkartmayan hakem Altuğ Köserli'den, oyuna ayağı ile başlatan Nikola Vujcic'e, hızlı hücumu turnike ile bitiren hakem Fatih Söylemezoğlu'ndan, arkadaşının yardımı ile smaç basan David Holston'a keyif veren bir maç oldu. Ancak buradan söylemek istiyorum ki Fatih Söylemezoğlu ayıp etti. Şöyle ki; maç öncesinde iddiaya girmiştim kardeşimle ve ben Yabancı karmasına basmıştım 10 lirayı. Bildiğiniz üzere maç 128-127 yani tek sayı fark ile bitti. Bunun tek sorumlusu attığı turnike basketi 3 sayı diye yazdıran hakem Fatih Söylemezoğlu'dur. Acilen meslekten ihracını istiyorum.

***
Buraya kadar yazdıklarım salon içinde kafama takılanlardı. Bir de klavyemin tuşunu All-Star'a laf atanlara dokundurmak istiyorum. Ha maça gittim, o yüzden koruma moduna geçtiğimi düşünenler varsa yazının devamını okumasınlar bir zahmet. Adamlar NBA standartlarında organizasyon ve basketbol bekliyor. Ulan ligde bir Jason Richardson, bir Nate Robinson, bir Andre Igoudala, bir Rudy Fernandez vardı da  biz mi izleyemedik. Bu ligden bu çıkıyor, yapılabilecek en üst ve en iyi organizasyon bu. Senin ligin bu. Senin liginin Andre Igoudala'sı Altan Erol, senin liginin Jason Kapono'su Yunus Çankaya. Ne bekliyorsun ki, maç sırasında triplere giriyorsun? "Yok izleme ağbi değiştir" nedir lan? 10 senedir tip olarak aynı organizasyon, bilmiyor mu bir bok olmadığı izleyen adam da sen artistlik yapıyorsun? Tabii suç siz de değil, beklentileri zamanında yükselten Marcus Haislip de, James White da.
foto: tbf.org.tr


  ©EmreCeSpor - Todos os direitos reservados.

Template by Dicas Blogger | Topo